Anasayfa / Anı / Büyükanne ve Anne
Büyükanne ve Anne

Büyükanne ve Anne

Bu yazı “Bir Anadolu Çocuğunun Biyografisi” adlı yazının devamı niteliğindedir.

Doğduğu metropol o zaman Osmanlı mülkünün suyun öteki yakasındaki en önemli merkezi idi.

Büyükbaba gövenlik görevlisi olarak Anadolu’dan bu uzak diyara gelmiş, bütün uğraşlarına karşın memleketine dönememişti. Yaşı ilerlemekteydi artık yaşamına bir düzen vermesi zamanı gelmişti. Güzel bir yerli hanımla evlenip yuva kurdu. Mutlu yuvaları iki kız evladı ile büsbütün aydınlandı. Kızlar anaları gibi akça pakça, sarışın, sağlıklı çocuklardı. İnsan Tanrı’dan daha ne isteyebilirdi ki. Zamanın neler getireceğini yaşamlarını nasıl etkileyeceğini henüz bilmiyorlardı.

O yıllar Avrupa’da milliyetçilik duygularının güçlenme, halkların yıllar boyu içinde sorunsuzca yaşadıkları yönetimlere başkaldırma dönemiydi. Osmanlı İmparatorluğu halkları da bu akım doğrultusunda mücadeleye başlayınca imparatorluğun dağılma süreci hızlanmış oldu.

Baba zaptiye görevinde olduğundan ülkede kopacak kasırgayı hissediyor, ailesini göç fırtınası başlamadan Anadolu’ya baba ocağına ulaştırmak için çözüm arıyordu. Zorlukla karar verildi. Her şey geride bırakılıp ortalık karışmadan uzun ve korkulu bir yolculuktan sonra o yeşil Anadolu kentine ulaşıldı.

Yeni bir yaşam kurmak için çok emek verdiler. Eksik gedik tamamlanamadan iki göz bir eski eve yerleştiler.

Büyük bir metropol ve liman şehri olması, çok çeşitli milliyet ve ideolojiye sahip halkı ile imparatorluğun göz bebeği olan bir şehirden sonra Anadolu’da yaşam çok farklı ve güçtü. Yörenin kapalı ve bağnaz havası uyum sağlamayı zorlaştırıyordu.

Bu uğraş içinde bunalırken felaket de kapıda beklemekteydi. Baba ne olduğu anlaşılamayan bir hastalıkla yatağa düştü, kısa bir süre sonra da hayata veda etti.

Başka bir kültürün ve geleneğin insanı olan anne iki küçük kızıyla yabancısı olduğu ortamda korunmasız ve şaşkın kalakaldı. Kısa zamanda kendini toplayıp çocuklarına karşı sorumlu olduğunu bir daha hiç unutmadı. Anadolu kadınlarına gore hayli donanımlıydı. Sığındığı bakımsız evde dikiş dikmeye, bahçedeki derme çatma mutfakta reçel, turşu, dayanıklı yiyecekler üretip satmaya başladı. Ayrıca çevredeki istekli kadınlara öğretmenlik yapıp bildiklerini aktarmak için uğraştı. “Bilginin saklanması helal değildir.” Gerçeğine inanarak didindi durdu. Yavaş yavaş verdiği emek takdir edildi, tanındı ve sevildi.

Ancak toplumun inancı gereği bir kadın birinin karısıysa saygınlık kazanırdı. Aksi durumda hem kadınlar hem erkekler için potansiyel bir tehlike idi. Ahlak bir erkeğin himayesiyle edinilen bir erdem sayılırdı. Üstü örtülü veya açık açık yapılan uyarılar anne için tek bir seçenek bırakıyordu: Evlenmek!

Olaylar beklendiğinden daha hızlı gelişti. Tanınmış bir ailenin dul kalmış erkeği iki yetişkin kızı olmasına rağmen hala genç olan makedonyalı güzelin dest-i izdivacına talip oldu.

Evlilik teklifine evet demek için annenin tek isteği büyük kızını kendisi yeni evine gitmeden başgöz edebilmekti. Kuşkusuz bütün bu iletişim, aracı hanımlarla gerçekleşiyordu.

Koşullar bu engeli kısa zamanda ortadan kaldırdı. Kızına iyi bir kısmet çıktı. Gereken hazırlıklar ve törenler yapıldı. Ve önce evladı sonra da anne yeni evlerine yerleştiler.

Artık ne maddi sıkıntıların ne de gelecek endişesinin olmadığı asude yıllar gündelik uğraşlar ile geçip gidiyordu. Bu mutlu dönemde küçük kız üvey kardeşleriyle mor salkımlı evde büyürken, bazı aile meselelerinin halli için eve sık sık gelen bir kanun adamı çocuklar arasındaki sarışın kıza tutuldu. O zmaan aşklar herhalde daha tutkuluydu. “Kız daha çocuk” “Büyüyünce düşünürüz!” ve bunun gibi itiraz ve açıklamalar sonuçsuz kaldı. Aile büyüklerinin baskısıyla damat adayı ancak iki yıl beklemeyi kabul etti. Adayın ailesi de durumdan rahatsızlık duyuyor ama oğullarına söz geçiremiyorlardı.

Ve küçük kız gençliğe adım atar atmaz görkemli bir düğünle gelin oldu. Koca evine giderken çeyiz sandığına bez bebeğini de koymayı unutmadı.

Bez bebek yerine canlısını kucaklamak yıllar sonra mümkün oldu. Küçük kız kocasının gürül gürül akan sevgisiyle büyüdü. Sevmeyi ve kadın olmayı öğrendi. Kızı doğunca da bambaşka bir mutlulukla tanıştı. Doğum narin bünyesi nedeniyle zor oldu. Bebek doğduktan sonra çok halsiz görünüyordu. Baba nazlı gelinin kızını emzirmesini istemedi. Uygun bir süt nine çarçabuk bulundu.

Aynı mahallede oturan tatar Mercan’ın (tatar: postacı) dul kalan karısı Mahinur ve rahmetli kocası gibi kara, kapkara bebeğiyle aileye katıldı. Bu arap bebek (o zaman zenci kelimesi kullanılmazdı.) kader onları ayırana kadar kızlarının çok sevdiği süt kardeşi oldu. Adı Mahi’ydi.

Yaşamları çevrenin ilgisini ve doğal olarak kıskançlığını çekecek kadar mutlu ve sevgi doluydu. Ne yazık ki korkulan başlarına geldi. Bu güzel aileye nazar değdi. Baba hastalandı, mutluluğun direği yavaş yavaş devrildi. Derdinin tanısı konmuştu. O dönemin ölümcül afeti olan ince hastalık evlerinin üstüne kabus gibi çöktü.

İnce hastalık yani verem bir kez yakanıza yapıştı mı iflah etmezdi. Ne penisilin ne antibiyotik henüz bilinmiyordu. Doktorlar iyi beslenmeyi, istirahat etmeyi ve üzülmemeyi önermek dışında bir şey söyleyemezlerdi. Ayrıca hasta cüzzamlı gibi soyutlanarak tüm eşya ve gereçler ayrılır, kimseyle yakın temasta bulunmasına izin verilmezdi.

Makedonya’lı büyük hanım diğer annelerden daha bilgili olduğundan evladı ve minik torunu için gerekli gördüğü önlemleri almakta gecikmedi. Onları babanın bütün yalvarmalarına, ricalarına rağmen kaptığı gibi dizinin dibine getirdi. Bir daha yanından ayırmadı.

Bu olay genç adamın sağlığını olumsuz yönde etkiledi. Vereme bir de kara sevda eklenince hastalığı gün geçtikçe hızlandı. Ve sevdiği kadına ve evladına hasret vefat etti.

Bu dram ve büyük hanımın davranışı kadının ve erkeğin aile bireylerinde umarsız yaralar açtı. Sorun, kavga, dövüş, çocuk kaçırma ve türlü davalarla yıllar yılı sürüp gitti.

Erkek tarafı genç kadını sevgisizlikle, kocasını terkederek ölümüne sebep olmakla suçluyordu. Oysa o, eşini çok sevmişti onun sevgisiyle büyümüştü. Terketmeyi asal düşünmemişti. Ama, anne tarafından büyütülen bütün çocuklar gibi anne otoritesine karşı çıkamamıştı. Suçlamalara karşı kendini savunacak güce ve özgürlüğe sahip değildi.

Kocasından kalan konakta çocuğunun zenci dadısının vefatıyla aileye yadigar kalan kızı Mahi’yle yaşamaya başladı. Geçim sıkıntısı çekmese de artık yalnız yaşayan güzel bir kadındı. Üstelik varlıklıydı. Bu özellikler çevrenin dikkatini çekmekte, evlilik teklifleri ne yapacağını bilemeyen acılı genç kadını bunaltmaktaydı.

Ah, o bilge annesi bu kadar erken bırakıp gitmeseydi kızını. Her zaman annesinin eşiyle gittiği kutsal topraklarda hakkın rahmetine kavuştuğunu düşünse yüreği yanardı. Ona veda edememiş, o zamana kadar hiç ayrılmadığı anacığını sonsuzluğa uğurlayamamıştı. Hayatta olsa kızını yine kanatları altına alır. Ve insanları nazik buyurganlığı ile hale, yola koyardı.

Ne yazık ki ilahi emir böyleydi. Ölüm de doğum kadar hayatımızın bizim rızamız alınmadan gerçekleşen olayıydı. Bu evrensel yasaya “mutlak kader” deniyordu. Mutlak kaderin kapsadığı olayların arasına bazı bilgeler evliliği de koyarlar. “Doğum, ölüm ve evlilik mutlak kaderimizin asla değiştiremeyeceğimiz oluşumlarıdır.” derler.

Genç kadın önce annesini sonra kocasını kaybetmiş, acılarını yaşayamadan koşulların getirdiği dünyevi zorluklarla iyice hırpalanmıştı. Hastalandı ve yatağa düştü. O tarihlerde kentte sadece bir doktor vardı. Hem hükümet hem de belediye tabibi olarak hizmet veren olgun ve muhterem bir şahıstı. Genç kadına hastalığı süresince bu doktor baktı. Eve sık sık gelip giderken erkeksiz ailenin içine düştüğü zorlu durumu gördü. İyileşen hastasını bir gün karşısına oturtup “Kızım” dedi. “Çok gençsin. Yalnız kalamazsın. Senin bir kocaya, çocuğunun bir babaya ihtiyacı olacak. Bana yardım için görevlendirilen okur yazar bir genç var. gerekli araştırmaları yapalım. Uygunsa seni onunla evlendirelim.”

Genç kadın sıkıldı, başına önüne eğip düşünmek ve büyüklere danışmak için izin rica etti. Doktor beye göre bu cevap bile umut vericiydi. O da ısrarlarını sürdürmeye karar verdi.

Baba” başlıklı yazı bu öykünün devamı niteliğindedir.

Hakkında Sevim Erciyes Akalın

Farkettirmeden öğretmeye, hissettirerek sevmeye devam ediyor.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top