Anasayfa / Anı / Atatürk ve Kasımpatılar
Atatürk ve Kasımpatılar

Atatürk ve Kasımpatılar

Ben güneşi, suyu, ağacı, çiçeği bol bir ülkede doğdum. “Biz de öyle” diyeceksiniz ama ben “Denizliliyim”.

Bir çocuk için ülke yaşadığı özel ortamdır. Benim özel ortamım evim, 100’er metre uzaklıktaki, 3 derslikli ilkokulum ve Çatalçeşme parkından ibaretti.

Mevsimlerim hiç karışmaz; coğrafya tanımlarındaki gibi ilkbahar, yaz, sonbahar, kış diye hükmünü sürerdi. Her mevsimin kendine has kokuları hala belleğimdedir.

Örneğin çocukluğumun kışlarını hep yanık odun kokusu ve sonraları kötü linyit kokusuyla anımsarım. Tüten saç ve odun sobalarının üzerinde kızartılan kestanelerin kokusunu da unutamam elbette.

İlkbahar her sene erken ısınan havaya aldanıp çiçeğe durmuş ağaçların düş kırıklığı ile başlar. Aceleci erik ve kayısı ağaçları soğuk rüzgarlar, hatta bazen karla uçuk kokulu minik, zarif çiçeklerini dökerler. Yine de korunaklı yerlerde olanlar hava şartlarına direnir. “Haydi yeni yaşam başlıyor.” Zaman çiçek açma, meyve verme zamanı.” diye insanları uyarırlar.

Yazlar mor salkımlar, güller, zambaklar ve yaseminlerin kokusuyla şenlenir. Bu şenliğe akşama hazırlanan bahçelerin ıslak toprak kokusu, sokak ve irimlere dolan yaz yemekleri, özellikle mis gibi kızartma kokuları katılırdı.

Sonbahar en sevdiğim mevsimdi. Yaz çoğu kez yerini güze bırakmamakta direnir, yaşamın doğal döngüsünü görmezden gelirdi. Ama ergeç bahçeler ve park dökülen yaprakların nemle oluşmuş kokusunu yayardı. Arasıra bahçelerde takvime bakmayı unutmuş birkaç gül goncası açmaya çalışır, gecelerin soğuğuyla çaresiz boynunu bükerdi. Güz kasım ayında artık yadsınamaz bir şekilde kendini göstermeye başlardı. Ağaçlar ağır ağır yapraklarından soyunur, ender görülen çiçekler de güneşli günlere kadar hoşçakalın derlerdi.

Kasım bahçelerinin vazgeçilmez rengi krizantemlerdi. “Krizantem” sözcüğü kitap dilindeydi. Zaten bizim bahçemizdekiler gizemli uzakdoğu panolarındaki gösterişli türe benzemezdi. Yani onlar gibi aristokrat değil, halktandılar. Benim krizantemlerim çelimsiz ince gövdeleri üstünde sararan yapraklarına inat direnen, fes rengi, kirli sarı, kirli pembe ve beyaz kasım çiçekleri, kasımpatılardı.

Çiçeksiz bahçelerin tek sevinci kasımpatıları çok severdim. İlkokul yıllarımda kasımpatıların özel bir kullanım amacı vardı. 10 Kasım törenleri! O gün erkenden bahçelerden, artık terkedilmiş gibi duran çatalçeşme parkından kasımpatı toplardık.

Okulumuzun oranları tutturulamadığı için garip ve çirkin görünümlü Atatürk büstünün kaidesini çiçeklerle donatırdık. Zafer ilkokulunun kayrak taş döşeli bahçesinde üçerli sıralar halinde toplanır,  “Korkmaz Sönmez”i yalan yanlış okur, Ata’nın Gençliğe Hitabesi’ni ve gerekli konuşmaları normal olmayan bir sessizlik içinde dinlerdik. Havadaki o tanımlanamaz hüzün hepimizi etkilerdi. Şiirler gereksiz çığlıklarla okunur, duygulanan kızlar için için ağlamaya başlardı. Oğlanlar pek etkilenmiş gibi görünmez, hınzır bakışlarla olsun kızlarla alay etmeyi başarırlardı.

Tören bitince yorgun ayaklar sınıflara koşuşur, günle ilgili üniteler işlenir ve nihayet çocuklar içleri ezik ve hüzünlü evlerine dönerlerdi.

Bütün çiçekler gibi kasımpatılar da hüznü bilmezler. Bizlere hiç bıkmadan yaşamı ve yaşama sevincini hatırlatırlar.

Yine de, sadece 10 Kasımlarda değil ne zaman burnuma o alçak gönüllü kasımpatıların dost kokusu dolsa içim ürperir.

Atatürk’üm gelir aklıma.

Hakkında Sevim Erciyes Akalın

Farkettirmeden öğretmeye, hissettirerek sevmeye devam ediyor.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top