Anasayfa / Anı / Beyaz Abla
Beyaz Abla

Beyaz Abla

Bu yazı “Güzelim Çocukluk” adlı yazının devamı niteliğindedir.

Yaşam koşulları ve anne baba çocuklara nasıl davranırlarsa davransınlar, yıllar hükmünü sürer, çocuklar büyür, okula gider, bir meslek sahibi olur ve kendi ailelerini kurmaya girişirler.

Bazıları tuttuğu her işte başarılı olur. Başarının yanına sağlık ve huzuru da katabilmişse mutluluğu yakalamıştır artık. Paletindeki bütün renkleri uyumla ve coşkuyla kullanıp geleceğini oluşturur. Hiç kaybolmayan iyimserliği ve yaşama sevinciyle, almadan verebilmeyi, beklemeden sevmeyi birçoğumuzdan önce öğrenmiştir.

Çocukların bir kısmı da küçükken yaşadıkları travmaları bütün yaşam serüvenlerinde sırtlarından atamadıkları bir yük olarak taşır. Bu yükün altında önce ruhlarını, giderek vücutlarını yorar, acıtır ve sonunda hasta ederler. İçlerinde yaratamadıkları huzuru ararken zararlı yöntemlere, doğru olmayan insanlara kapılırlar. Yaşam, sırtımızdaki o kamburdan kurtulmak için gereken çareyi altın tepsi içinde sunmaz. Bunun için düşünmek, öğrenmek, anlamak ve niyet edip yılmadan uğraşmak gerekir.

Küçük kız büyürken evdeki ablalar artık genç kız olmuşlardır. Başlarında kavak yelleri esmeye başlamıştır. Kavak yelleri de çiçek açma vaktinin geldiğinin işaretidir. Annenin ilk eşinden olan kızı ile onun süt kardeşi olan arap kızı kendi yazgılarının izini sürmeye başlamışlardır.

Abla okuldan pek hoşlanmadığı için günün kurallarına göre gerekli eğitim verilerek yetiştirilmiştir. Güzel, şık ve varlıklı bir genç kız için yapılacak tek şey iyi bir kısmetin çıkmasını beklemektir.

Allah gönüllerine göre verir ve akrabadan bir genç adam genç kızla ilgilenir. Gerekli bütün girişimler yapılır ve gençler nişanlanır. Hazırlıklar için ayrılan sürenin sonunda güzel bir düğünle dünya evine girerler.

Damat uzun daha doğrusu sırık gibidir. Genç kız ise kinayeli bir şekilde kısadır. Bu durum söz konusu edildiğinde iki taraf da “olsun varsın!”  derler. Adam sırıktı ama, mübarek, o günün en popüler film yıldızı Clark Gable gibi yakışıklıydı. Gülünce yüzünde güller açar, erkeklerde pek de hoş durmayan gamzeler ona bambaşka bir çekicilik katardı. Hele ağzını hafifçe yamultup gülümseyerek “Clark kestiğinde” hiç bir cins-i latif karşı koyamazdı. Ve, doğal olarak çok çapkındı.

Çalıştığı dairede ve Cumhuriyet’in coşkulu yıllarında birden başlayan atlı spor, tiyatro gösterileri, balolar gibi sosyal etkinliklerde genç hanımları kendine hayran eder, muhtemelen canlarını yakardı.

Bir kadının yakışıklı kocası olması elbette bir iftihar vesilesi olsa da bu durumun uzun vadede mutluluk getirip getirmediği ciddi bir tartışma konusudur. Nasıl geçtiği anlaşılmayan cicim aylarından sonra kıskançlık ve rahat vermeyen bir şüphe genç kadının yüreğine yerleşir. Bazen sessiz, bazen de yüksek sesli itirazlar gündeme gelir. Sözler verilip, yeminler edilse de huylu huyundan vazgeçmez. Karakter değişmez.

Bu fırtınalı başlangıca rağmen izdivaç doğal meyvelerini vakit geçirmeden sunar. Annenin hayatı çocukların bakımı, ev işleriyle bir koşuşturma içinde geçmeye başlar. Artık kocasına güvenmemektedir. Fakat baba evine dönmek gibi bir çözüm söz konusu olamaz. Böylece özgüven geliştirememiş, bu eksiklik yüzünden haklarını savunamayan kadınların kaderini yaşamak zorunda kalır. Sinirli, geçimsiz, bütün sevgisine karşın çocuklarına da gerekli ilgiyi gösteremeyen bir anne oluverir.

Çocuklar aslında ortak özelliklere sahip olsalar da birbirine hiç benzemezler. İlk çocuk kumral, tombul, harika bir oğlandır. Çarçabuk büyür ve yakışıklı bir delikanlıya dönüşür. Duygusallığı nedeniyle müziğe yönelmesi tahsili için bir engel gibi görünür o günlerde. Karşı çıkılır. Ve çocuğun durumu ana baba arasında bir anlaşmazlık ve çatışma ortamı oluşturur. Çözümlenemeyen sorunlar delikanlıyı gün geçtikçe aileden uzaklaştırır. Babanın uyguladığı önlemler, bilmeden, gencin ötekileşmesini hızlandırır. Bu yüzden midir? Bilinmez. Hiç ummadıkları bir son aileyi perişan ettiği gibi diğer erkek kardeş ve minik kız kardeş üstünde silinmeyecek olumsuz izler bırakır. Ailenin ilk erkek çocuğu bir gün evden çıkar ve geri dönmez. Aylar süren aramalar sonuçsuz kalır. İlk evlat kaybolmuştur.

Olay, asıl yıkımı zaten asabi ve mutluluğa yabancı annede yapar. Okula gitmek istemese de aileyi bitmeyen para istekleriyle zor durumlara düşürse de asla söz dinlemeyen, kendi burnunun dikine giden bir serseri çocuk olsa da anne için o ilk evladıdır. Ne yaparsa yapsın anne yüreği evladını bağışlar, sever, ardından dayanılmaz acılar çeker.

Anne, yıllar sonra başka sorunlar da üstüne yığılınca yaşamın yükünü attık taşıyamaz. En kolay çareye başvurup her şeyi unutmayı, çocukluğun o sorumsuz günlerine dönmeyi seçer.

İkinci oğlan o yıllar için yeterli sayılabilecek öğrenimi tamamlayıp iş sahibi olmuştur. Evlenir. Görünürde mutlu bir aile kurmuştur. Çocuklarına kendi hayatında pek doyamadığı sevgi, ilgi ve dozu kaçmış hoşgörü gösterir.

Böyle sevgi dolu bir insan iken nasıl olduysa oldu, bir gün görüldü ki o, saygın, yakışıklı, güler yüzlü, sevecen adam bazı yanlış tüketimlerin tutsağı haline geldi. Sağlığını bu alışkanlıkların aldatıcı bir keyifle hastalıklara kurban etti. Zorlukla nefes alan, eski canlılığını kaybeden bir zamanların yerinde duramayan neşeli genç adamı köşesinde sadece okuyarak ve düşünerek kendini onarmaya çalışan orta yaşlı bir ihtiyara dönüştü. Hiç şikayet etmedi. Her zaman güler yüzlü ve sevecen olarak yaşadı ve sonsuzluğa çok erken göçtü.

Ailenin küçük kızı da büyüdü, güzelleşti yüksek öğrenim yapacağı umulurken herkesi şaşırtıp aceleyle evlendi. Yine de sevgili ablanın çocukları arasında kriz yönetimi becerisini bir tek o gösterdi. Bütün sevgisizlikler, ihanetler ve çok yönlü olumsuzluklara rağmen yaşama gereken şansı vererek coşkusunu hiç yitirmedi. Evlilik ona mutsuzluk ve çaresizliğin yanında iki eşsiz armağan verdi. Kendi çabalarıyla güzel kızlarını yetiştirdi, imkansızı başardı.

Sevgili abla ve ailesinin öyküsü elbette burada bitmez. Zaman torunları, torunların çocuklarını gündeme getirir. Onların yaşamları, umutları, sevinçleri, kederleri, aşkları, mutsuzlukları yani bütün renkleriyle yaşam maceraları uzayıp gider.

Kara Abla başlıklı yazı bu öykünün devamı niteliğindedir.

Hakkında Sevim Erciyes Akalın

Farkettirmeden öğretmeye, hissettirerek sevmeye devam ediyor.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top